Başaran Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Başaran, Millet Bahçesi projesini çok beğendiğini ifade ederek, kendi projelerinin de bu projeye dahil edilmesini teklif etti.
Başaran Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Başaran; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk Havalimanı arazisine yapılması planlanan “Millet Bahçesi” projesinin, 2009’da Başaran tarafından önerilen “Türk Kültür Parkı” ve 2011’de önerilen “Zoo İstanbul” projeleri ile birleştirerek bir adım daha öteye götürülebileceğini söyledi.
Havalimanı arazisinin hem İstanbul’a hem de Türkiye’ye değer katacak bir proje ile değerlendirilmesinin olumlu olduğunu ifade eden Başaran, projenin kendi içerisinde birçok özelliği barındırabilecek bir alana sahip olduğunun altını çizdi ve kendisinin önerdiği projelerin Millet Bahçesi projesine dahil edilebileceğini belirtti.
Ömer Faruk Başaran şu ifadelere yer verdi:
“Millet Bahçesi projesi İstanbul için gerçekten çok güzel bir proje. Yeşil alanı, oksijeni, temiz havası giderek azalan İstanbul’un böyle bir tane değil, en az 3-4 tane büyük parka ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Millet Bahçesi projesi açıklandığında, İstanbul Kalkınma Ajansı Kalkınma Kurulu Üyeliğim dönemimde önerdiğim “Türk Kültür Parkı” ve “Zoo İstanbul” projelerinin de Millet Bahçesi içerisinde hem konsept hem de arazi genişliği bakımından yer alabileceğini düşündüm. Bu üç projenin birleştirilmesi ile ortaya çıkacak olan park dünyada bir ilk olacak, turizme ve şehre büyük katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla ben bu iki projemizin Millet Bahçesi projesi içerisinde değerlendirilmesini devlet yetkililerimize teklif ediyorum. Ortaya çok daha dikkat çekici ve katma değeri çok daha yüksek bir proje ortaya çıkacağına inanıyorum.”
Başaran Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Başaran, ‘Disneyland’ benzeri fakat ‘Disneyland’ olmayan bir proje ile Türk Kültürünün dünyaya tanıtılması gerektiğini söyledi.
“Türkiye bir zamanlar ‘Gece Yarısı Ekspresi’ isimli bir filmle yıllar boyu dünyanın gözünde gidilmesi gereken en son yer olarak anılmıştı. Ancak son yıllarda özellikle sportif alandaki başarıların ve THY gibi şirketlerin etkin tanıtımlarıyla gerek turizm gerekse yabancı yatırımcıları rağbeti açısından önemli mesafeler kaydedilmiştir. Ancak bunun yeterli olmadığını düşünüyoruz. Türkiye’nin yeni dönemde çok önemli çıtalara ve hedeflere ihtiyacı var. Olimpiyat ve dünya kupası finalleri gibi çok ses getiren ve yatırımları hızlandıran bir organizasyon mutlaka gerçekleştirilmelidir. Tüm dünyada Türklerin hoş görülü, dost canlısı, tarihi ve kültürü yüksek bir ülke olduğunu daha iyi bir şekilde anlatmalıyız. İstanbul’u finans ve turizm merkezi yapmak istiyorsak, bir kaç yüksek bütçeli ama dönüşü olan uluslararası çapta bir film, belgesel veya konserler organize etmeli ya da 23 Nisan Çocuk Şenliğinin tüm dünya çocuklarının ilgisini çekecek bir düzeye taşımalıyız. Bu sebeple Disneyland benzeri ama Disneyland olmayan ‘Türk Kültür Parkı’ projesini ortaya koyduk.
Bazı araştırmacılarımıza ve tarihçilerimize göre Türklerin tarih sahnesindeki varlığı MÖ 10 bin yıllarına kadar gitmektedir. Bu devasa tarihin, artık her yönüyle dünyaya tanıtılması ve bu hususta aktif bir politika izlenmesi şart olmuştur. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, hükümetimiz, muhalefetimiz ve milletimiz el ele verdiği takdirde yaşadığımız şu dönemi, kriz ortamı dâhil, bir altın çağa dönüştürebiliriz. ‘Kültür parkı’ projesinin de bu altın çağa imza atacak önemli bir proje olduğunu düşünüyoruz.Biz, ‘Disneyland’ istemiyoruz. Biz, Türklerin tarih sahnesine çıkışlarından günümüze kadar olan süreci, eğlence, sanat, bilim, eğitim ve ekonomiyle destekleyecek bir kültür parkı inşa edilmesini istiyoruz. Bu parkın içinde Dede Korkutlar, Nasrettin Hocalar, Mevlanalar, Ferhat ile Şirinler olmalı. Bu park, tıpkı İstanbul’daki ‘Miniatürk’ gibi Türk Tarihi’nin önemli aşama ve yıllarını içinde barındırmalı, o çağları günümüz insanına yansıtmalı. Orhun Anıtları, Malazgirt Muharebesi, Lale Devri, İstanbul’un Fethi, Cumhuriyet’in İlanı gibi birçok önemli hadise bu parkta yeniden hayat bulmalıdır. Bu park, dünyanın her noktasından insanları Türkiye’ye çekecektir. 2009 yılı turist hedefimiz 29 milyon olarak öngörülüyor. Bu potansiyel, parkı ziyaret etmeden ülkeden ayrılmayacaktır. Nasıl ki, her turist Disneyland’a mutlaka gidiyorsa, buraya da gelecektir ve tarihimize, kültürümüze dair bilgi alırken, hem eğlenecek hem de ekonomiye katkı yapacaktır. Kültür ve Turizm Bakanlığımız, bu projeye öncülük etmelidir. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Bilim ve Sanat çevreleri, Eğitim çevreleri, Tarihçilerimiz ve Dilbilimcilerimiz, Üniversitelerimiz, projeye destek vererek, dünyada yeni bir harika yaratılmasına katkı sunmalıdır. Böyle bir projenin konumlandırılacağı en doğru noktanın da İstanbul olduğunu düşünüyoruz. İtalya’nın çok ünlü tarihi yerlerine baktığımızda Pisa Kulesi’nin gerçekte çok esprisi olmadığını yılda 20 milyon turist çeken Paris’in aslında İstanbul’un özelliklerini taşımadığını düşünürsek, İstanbul başta olmak zere daha yapacak çok şey var olduğu göreceğiz.”
Türkiye’nin BM’de veto hakkı bulunan altıncı büyük ülke olması gerektiğini vurgulayan BAŞARAN şunları ifade etti:
“Biliyorsunuz ki Birleşmiş Milletler Konseyi’nin 5 daimi üyesi; ABD, SSCB, Çin, Fransa ve İngiltere’nin veto hakkı bulunmaktadır. Bu ülkelerden SSCB dağılmış ve yerine Bağımsız Devletler Topluluğu kurulmuştur. Çin’de ise Doğu Türkistan Özerk Cumhuriyeti vardır ve bu ülkenin sorunları BM’de veto edilmektedir. SSCB’nin dağılmasının ardından kurulan Türkî Cumhuriyetler de, Türkiye gibi ayrı ayrı BM’ye üye olmuşlardır. Ancak görülüyor ki, sayısı Hıristiyan Dünyasından çok daha fazla olan Türk ve İslâm dünyası ülkeleri BM’de güçlü şekilde temsil edilememektedir. Türkiye, nüfusu milyarları aşan Türk ve İslâm dünyasının, BM Konseyinde etkin olarak temsil edilebilmesi için çalışmalar yapmalıdır. Çeşitli dönemlerde BM’de alınan görevler yeterli değildir. Türkiye, veto hakkı bulunan ülkeler arasında yer almalıdır. Bu amacına ulaşması için gerekli bütün siyasi ve ekonomik adımların atılması gerektiğini düşünüyor, 2023 hedefinde Türkiye’nin BM’nin 6. veto hakkı bulunan ülkesi olması projesinin ciddiyetle ele alınması gerektiğine inanıyoruz.”
Türkiye’nin bölgesinde söz sahibi bir güç olarak, her geçen gün itibar kazandığını ifade eden BAŞARAN, bölgenin barış ve huzuru için Türkiye’nin kendisine ait bir uçak gemisinin olması gerektiğini belirtti. BAŞARAN şunları kaydetti:
“Türkiye’nin Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında bir sulh adası ve süper güç olabilmesi için uçak gemisi alma veya yapma projesinin olması gerekmektedir. Türkiye’nin bölgenin istikrarının koruyabilmesi adına uçak gemisi projesinin çok önemli olduğunu düşünmekteyiz.”
Ömer Faruk Başaran, Kardeş Aileler Projesini önerdi.
Başaran Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Başaran, Türkiye’nin batısı ve doğusunda yaşayan halkın maddi ve manevi olarak kaynaşmasını sağlamak amacıyla “Kardeş Aile Projesi”ni ortaya koydu. Kızılay ve benzeri kuruluşların denetimi altında yürütülebilecek bu projeye göre, her iki bölgeden de aileler kendilerine bir kardeş aile belirleyerek, maddi, manevi, sosyal ve kültürel anlamda buluşarak birbirlerini tanıyacaklar.
Ömer Faruk Başaran, Common Wealth projesi ile Türkiye’nin 2025 ihracat hedefinin daha çabuk gerçekleşeceğini söyledi.
“Türkiye’nin aslında G8 projesi yerine, o günlerde Osmanlı coğrafyasında İngiliz Devletler Topluluğu kuruluşu olan Common Wealth benzeri bir projeyi hayata geçirseydi çok daha doğru olacaktı. Türkiye’nin bölgesinde ve özellikle Osmanlı Coğrafyasında, çok büyük itibar sahibi olduğu bugünlerde bu projenin hayata geçirilmesi zor görünmüyor. Proje hayata geçtiği takdirde, topluluk üyesi ülkeler arasında uygulanacak gümrük birliği sayesinde, bölgenin en büyük sanayi üretim potansiyeline sahip ülkesi Türkiye olacaktır. Türkiye, dolayısıyla topluluğun da lider ülkesi konumunda olacaktır. Böylece, Türkiye’nin 2025 yılı hedefi olan 500 milyar dolarlık ihracat hedefinin de gerçekleşme imkânının kolaylaşacağını düşünüyorum.”
Ömer Faruk Başaran, emlak sektörünün daha da canlanması için Avrupa’da kullanılan leasehold (kira satışı) sisteminin Türkiye’ye adapte edilmesi gerektiğini söyledi.
Başaran Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Başaran, emlak sektörünü daha da canlandırmak için başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da yaygın olarak kullanılan “leasehold” (kira satışı) sisteminin Türkiye’ye adapte edilmesi gerektiğini söyledi. Tapu satışı yönteminden farklı olarak gayrimenkullerin 49 veya 99 yıllığına kiralanmasını sağlayan bu sistemin, kiralanan mülkün, mülk sahibine tekrar kalması nedeniyle, daha kazançlı bir sistem olduğunu söyleyen BAŞARAN, şöyle devam etti:
“Kira satışı (leasehold) sistemi, emlak ve gayrimenkul piyasasındaki hareketlenmeyi çok daha arttıracaktır. Bu sistemin, hem şirketler, hem de şahıslar için oldukça uygun bir sistem olduğunu görüyoruz. Bundan birkaç yıl önce “mortgage” sistemi için de Türkiye’ye uygun olmadığı söylenmişti. Mortgage nasıl gelip talep gördüyse, leasehold sistemi de gelebilir. Türkiye’nin ekonomisinde ve halkta artık bir güven yerleşmiş durumda. Bu sistemin başta büyükşehirler olmak üzere ülkemizde rahatlıkla işleyeceğini düşünüyorum. Bu sistemin Türkiye’ye getirilmesi için çalışmalara başladık.”
Ömer Faruk Başaran, Türkiye’nin bir KOBİ Borsası’na ihtiyacı olduğunu belirtti.
Public – Private – Partnerships ‘in karşılığı olan PPP kavramı, dünyada kabul edilmiş bir kavramdır: Kamu özel sektör birlikteliği.
Türkiye’nin köprüler, yeni hava limanları, demir yolları, limanlar, karayolları ve diğer alt yapı çalışmalarını hızlı bir şekilde bitirip tamamlaması için büyük bir finansmana, bu finansmanında uygun bir modele ihtiyacı vardır.
Günümüzde bu işler sadece devletlere kalırsa, şiddetli ekonomik krizler ve mali sıkıntılar yaşanabilir. Bankaların birçok projeyi finanse etmek istemediği bir süreçte tek ayaklı bir finans yapısı son derece sağlıksızdır. Bu tek ayak bankacılıktır. Bu büyük bir risktir.
Gelişmiş ekonomiler çok ayaklıdır. Sermaye piyasası ağı gelecekte Türkiye’de bankacılığın önüne geçecektir. Sermaye piyasası ortaklık modelidir. Bankacılık sistemi ise faiz ağırlıklıdır ve maliyeti çok yüksektir. Türk halkının ticaret anlayışına daha uygundur.
Şu anda Türkiye’de halen bankacılık ağırlıklı bir sistem kendisini hissettiriyor. Önümüzdeki dönemde Sermaye piyasası kanunu süratle çıkartılmalı özellikle yatırım yapılabilir ülke kategorisine geçildikten sonra ortaklık sistemine Türkiye’nin sıçrama döneminde en önemli rol verilmelidir.
Londra ve İtalya’da kurulan AIM (Alternatif Yatırım Piyasaları) borsasına benzer, Marmara Bölgesi içinde finans merkezinde yer alması sağlanacak, KOBİ Borsası yeni dönemde şirketler üzerindeki faiz yüklerini azaltacak ve yenilikçi şirketler almak isteyen şirket avcılarının Türkiye’ye akmasını sağlayarak müthiş bir sermaye sağlayacaktır.
Bu gün 1993 yılında kurulan Londra AIM Borsası, 3.300 şirkete 100 milyar dolar finansman sağlıyorsa, Türkiye’de neden bu yolu seçmesin?
Sermaye piyasaları desteklensin. Sermaye piyasası ile Türkiye ekonomisi mevcut öngörülenin iki katı hızla büyüyebilir. Ekonomiyi kalkındıracak model ortaklık modelidir. Köprü, demiryolu liman ve şehirleşme alt yapıları, karayolları bu ortaklık sistemiyle daha hızlı ve daha az maliyetli bir şekilde yapılırken, ortaklar hisselerini rahatça pazarda değerlendirebilirler.
İstanbul’a yapılacak üçüncü boğaz köprüsü dâhil bu modelle finanse edilmelidir.
Ekonomik kalkınma ortaklık sistemi ile belediyelere ve genel bütçeye yükler önemli ölçüde azalır.
Bankacılık özünde büyük riskler taşır, kredi geri çağırma hakkı gibi bu haklar bankalara potansiyel olarak piyasaları ve ekonomiyi batırma imkânı verir. Üç beş büyük banka kötü niyetle bir araya gelerek sağlıklı bir ekonomiyi çok zor duruma düşürebilirler.
ABD’yi bugün dünyanın en büyük ekonomisi haline getiren sermaye piyasasıdır. Değeri bugün 250 milyar doları aşan dev teknoloji şirketleri sermaye piyasasından finansmanla bu günkü durumlarına gelmişlerdir. Türkiye’de özellikle risk sermayesi şirketlerinin sayısının çoğalması ve bu şirketler önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekmektedir. Borsa’mızda son dönemlerde bazı risk sermayesi şirketlerinin büyük yatırımlarla zor durumdaki şirketleri satın alıp, ayağa kaldırıp, artı değer yaratmaları önemlidir. Sayılarının artması sağlanmalı ve bu şirketlere özel avantajlar sağlanmalıdır.
Ömer Faruk Başaran, Türkiye’de inşa edilen camilerin yüzyıla uygun olmadığını ve şehirlerimizin estetiğini bozduğunu söyledi. Başaran şunları kaydetti:
“Camilerimizle ilgili bir prototip oluşturulmasını önemsiyoruz ve bunun gerekli olduğuna inanıyoruz. Çünkü şehirlerimizi en güzel gösteren yapılar camilerimizdir. Örneğin İstanbul’u İstanbul yapan ve İstanbul’un değerine değer katan şehrin camileridir. Her biri mimarisiyle, sanatıyla ve estetiği ile birer şaheserdir. Ancak günümüzde inşa edilen camiler görkemsiz ve asrımıza yakışmayan tarzda inşa edilmektedir.
Biz, bu konuyla ilgili acil bir düzenlemeyi gerekli görüyoruz. Örneğin bir mimari ve tasarım yarışması düzenlenerek cami protipleri oluşturulabilir ve bundan sonra yapılacak cami yapıları bu prototiplere göre inşa edilmelidir.
Büyüyen ve güçlenen bir ülkenin gücünü ve ihtişamını hükümet binaları, kamu binaları, okullar, camiler gibi yapılardan anlayabiliriz. Güçlü medeniyetler bu tür yapıları her zaman görkemli inşa etmesini bilmiştir. Ülkemizde bu görkemi sağlayabilecek çok değerli mimarlarımızın ve tasarımcılarımızın olduğunu biliyoruz. Bu nedenle camilerimizin inşasının, 21. Yüzyıla yakışacak şekilde ve şehirlerimize estetik katacak özelliklerde bir standarda bağlanmasının gerekli olduğunu savunmaktayız.”
İstanbul’un trafik sorununa 3 Katlı Boğaz Köprüsü, Çok Katlı Yollar, Teleferik Projesi gibi çeşitli projelerle çözüm yolları sunan Ömer Faruk BAŞARAN, Türkiye’nin bütün şehirlerinde uygulanabilecek yeni bir projeyi gündeme getirdi: Dairesel Yollar. BAŞARAN proje ile ilgili şunları kaydetti:
“Trafik sorunu gün geçtikçe sadece büyük şehirlerimizde değil, ülkemizin bütün şehirlerinde kendisini hissettirmektedir. Biz, şehirlerin giderek artan trafik yükünü hafifletmek amacıyla Dairesel Yollar projesini geliştirdik.
Trafik sıkışıklığının aslında aynı yöne giden ve aynı yöne gitmeyen araçların, tek bir güzergah üzerinde yol almasından kaynaklandığını, tek bir hat üzerinde birikmelerinden oluştuğunu biliyoruz. Bunun önüne geçebilmek amacıyla, şehirlerimizin etrafında dairesel yollar yapılmalıdır. Bu yollar sayesinde sürücü, şehrin hangi noktasına gitmek isterse o yöne doğru ilerleyecek ve farklı yönlere gitmek isteyen sürücülerle aynı yolda sıkışmayacaktır.
Bu projemizi aşağıdaki grafik yoluyla daha kolay izah edebiliriz:
Grafikte de gördüğünüz gibi şehrin kuzeyinden veya güneyinden giriş yapan bir araç, herhangi bir noktaya ulaşmak için şehir trafiğine girmek zorunda kalmaktadır. Aynı şekilde şehirde herhangi bir işi olmayan, şehrin içinden transit geçip gitmesi gereken bir araç da aynı trafiğe girmek zorundadır. Ancak dairesel yollar sayesinde şehrin kuzeyindeki bir noktadan güneyindeki bir noktaya ulaşmak zaman ve hız açısından daha kolaydır. Şehirde herhangi bir işi olmayan ve transit geçiş yapmak isteyen sürücüler de dairesel yollar kanalıyla şehir içine girmeden giriş ve çıkış yapabilirler.”
Ömer Faruk Başaran, araçlar için köprü yapılması uygun olmayan noktalarda, dünyanın çeşitli ülkelerinde de uygulanan teleferikle araç taşıma sistemlerinin kurulmasını önerdi. Başaran şunları kaydetti:
“Abu Dabi’de şu anda yapılmakta olan bu projenin benzerleri, Türkiye’de de özellikle köprü yapımının uygun olmadığı veya köprülerin yeterli kârlılık sağlamayacağı noktalarda, ulaşımın sağlanmasında zorluk çekilen nehirler üzerinde bu tip taşımacılık yapılması, hem proje maliyeti açısından uygun olacaktır hem de ulaşımı kolaylaştıracaktır”
Ömer Faruk Başaran, Türkiye’nin daha yeşil ve daha güzel bir ülke olmasına öncülük edecek bir proje sundu.
Ömer Faruk BAŞARAN, Orman Bakanlığı’nın yürüttüğü mevcut projelerin ve kampanyaların haricinde, Cumhuriyetimizin 100. Yılında 500 milyon ağacın dikilmesini hedefleyen bir kampanya başlatılmasının, toprak erozyonunun yoğun olduğu ülkemizde, erozyonu önlemek ve yeşil alanların arttırılmasını sağlamak için gerekli olduğunu söyledi.
Türkiye’nin daha yeşil ve daha güzel bir ülke olması amacıyla başlatılacak bu kampanya için gerekli olan kaynağın ise inşaat ruhsatlarından sağlanabileceğini söyleyen BAŞARAN, şunları kaydetti:
“Yeni yapılan binalara inşaat ruhsatı verme aşamasında, yapılaşmanın yoğunlaşmaya sebep olması ve belediyelerin belli bir oranda yeşil alan tutması zorunluluğu bulunduğundan, belediyeler aracılığı ile 2023 yılına kadar verilecek ruhsat sayısı hesaplanarak bir bedel çıkarılabilir ve böylece 100 milyon ağaç için her yapıdan belediyeler aracılığı ile kaynak temin edebiliriz. ”
Ömer Faruk BAŞARAN, devletin bir gayrimenkul havuzu kurarak, çeşitli bakanlıklar bünyesinde bulunan gayrimenkullerin bir envanterinin çıkarılması gerektiğini söyledi.BAŞARAN şöyle devam etti:
“Bu envanter ile Başbakanlık veya belirlenecek bir makamın kontrolünde gayrimenkul, araç, fabrika vb. gibi varlıkların yeniden organizasyonu yapılmış olacak. Bunlar arasında atıl, ihtiyaç dışı veya gereksiz olanların satılmasıyla hazineye ciddi bir kaynak aktarılabilir. Sağlanacak bu finansal kaynakla da yeni projelerin hayata geçirilmesi hedeflenmelidir. Bunun yanı sıra; Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde bulunan ihtiyaç fazlası veya geçmişte merkez dışında olup, bugünün gelişen Türkiye’sinde merkez konumuna gelen askeriyeye ait arsa, arazi ve gayrimenkuller de aynı sistemle değerlendirilmelidir.”
Ömer Faruk BAŞARAN, tarım ve hayvancılığın giderek önem kazandığı günümüzde, bu sektörde faaliyet gösteren işletmelere yurtdışında da yatırım teşviki verilmesi gerektiğini söyledi. BAŞARAN şunları söyledi:
“Tarım ve hayvancılık sektöründe faaliyet gösteren işletmelere yurtdışında da teşvik verilerek, üreticilerin yurtdışında üretim yapmaları sağlanmalıdır. Bu ürünlerini Türkiye’ye getirmeleri, Türkiye pazarında veya Türkiye üzerinden reexport yapmak kaydıyla yurtdışına satmaları amaçlanmalıdır. Örneğin, bu sektörde faaliyet gösteren bir işletme, bu teşvik sayesinde Ukrayna’nın verimli tarım arazilerinde üretim yapabilir; ürünlerini Türkiye’ye getirebilir veya Türkiye üzerinden başka ülkelere ihraç edebilir. Bu sayede Türkiye, dış ülkelerde iş yapabilir pozisyona gelecektir. Ayrıca bölgesel güç olabilme iddiasını da perçinlemiş olacaktır. Bu projemizin 2023’teki 500 milyon dolar ihracat hedefimize büyük katkı sunacağını düşünmekteyiz.”
Ömer Faruk BAŞARAN, Türkiye’nin bir turizm ülkesi olduğuna dikkat çekerek, bu potansiyelini gerektiği gibi kullanamadığını söyledi. Turizm potansiyelini daha üst noktalara çıkaracak yeni projelere ihtiyaç olduğunu belirten BAŞARAN, güney sahillerinde yapay adaların inşa edilmesi gerektiğini söyledi. BAŞARAN şöyle devam etti:
“Antalya gibi özellikle yabancı turistlerin ilgi odağı olan tatil cenneti mekânlarımızın sahil şeritlerinde, Dubai’de inşa edilen ‘Palmiye Adaları’ benzeri adacıklar oluşturularak, turizm sektörüne yeni bir soluk ve ivme kazandırılabilir. Bu adalar için uluslararası finansman olanağı da mevcuttur. Bu adalar, yatırım yapmak isteyen uluslararası yatırımcılara 99 yıllığına kiralanarak, projenin finansmanı sağlanabilir.”
Ömer Faruk BAŞARAN, Türkiye’nin artık profesyonel bir orduya ihtiyacı olduğunu anımsatarak, askerlikle ilgili yeni bir sistem ortaya koydu. Bu sisteme göre:
1. Askerlik süresi 8 ay olacak.
2. İsteyenler 7 ay daha ikinci dönem askerlik yapabilecek.
3. Bedelli askerlik yapmak isteyenler 1 ay askerlik yapacak.
4. Bedelli askerlik yapanlardan elde edilen gelir, ikinci dönem askerlik yapmak isteyen vatandaşlar için kullanılacak. Böylece, askerlik görevinden para kazanma şansı olan gençler, birikim yapma imkânına kavuşacak. Bu gençlerin aylık maaşları bedelli askerlik yapan kişilerin ödediği para ile sağlanan kaynaktan verilecek. Böylece eğitimleri ve giderleri belli bir kaynaktan sağlanan profesyonel bir ordu oluşmuş olacak.
5. Genel Kurmay Başkanlığı, bu ordu içerisinde yer alan gençlerin askerlik sürelerinin ne kadar olacağını, her birinin bilgi ve yeteneğine göre belirleyebilecek.
6. Bu sistem, orduda kalan gençlere iş imkânı da sağlayacağından istihdama da katkı sunacaktır.